
Müfit Akyos / Politik Bilim, HBT 244. Sayı
Huawei, Çin’in En Güçlü Şirketinin Gizli Tarihi
Huawei, “Vizyonumuz ve misyonumuz, tamamen bağlantılı, akıllı bir dünya için dijitali her insana, eve ve kuruluşa ulaştırmaktır” diyor. 1987 yılında Ren Zhengfei tarafından kurulan Huawei, bilgi ve iletişim teknolojilerinde lider bir küresel sağlayıcı olarak bu amacına büyük ölçüde ulaşmış görünüyor. Ender söyleşilerinin birisinde Zhengfei, firmasını “kablo üreticisi” olarak tanımlasa da bu kabloların içinden 170 ülkede, üç miyardan fazla insanın, 5G ortamında verilerinin aktığı düşünüldüğünde Huawei’nin (aslında Çin’in) neden uluslararası bir sorun olarak görülerek engellenmeye çalışıldığı da anlaşılabilir.
Zhengfei’nin yönetiminde dışarıda kapitalizmin bütün olanaklarını kullanan, içeride devlet destekli sanayi politikalarını arkasına alan Huawei, 10 yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede 5G teknolojisinde rakipleri ile arayı kapatacak bir başarım gösterdi. Ayrıca, Türk bilim insanı Erdal Arıkan’ın teorik açıdan bir dönüm noktası oluşturan makalesinden yararlanarak geliştirdiği, veri hızının 4G’den 5G’ye yükselmesi sırasında oluşacak gürültüyü gideren “kutupsal kodlama” buluşu ile de rakiplerine fark attı.
Huawei’nin şirket tarihine, Çin’in teknoloji atılımında izlediği stratejinin de tarihi denilebilir. Bu tarihi bize Eva Dou, Huawei, Çin’in En Güçlü Şirketinin Gizli Tarihi (Timaş, 2025), kitabında, “İç Savaş’tan Mao’nun Komünist Devrimine, ekonomik reformdan globalleşen ekonomisine kadar Çin’in son 100 yıllık tarihini incel[eyerek]” anlatıyor.
Çin’in teknolojik ve ekonomik gelişmesinin anlaşılmasının önündeki en büyük engel geniş coğrafyası, derin tarihi ve çok katmanlı kültürü denebilir. Kitap, Çin’in anlaşılabilmesine yardımcı olacak pek çok ipucunu vermesi nedeniyle dikkatle okunmayı hak ediyor.
***
Ekonomik İdeoloji ve Japon Endüstri Politikası, 1931’den 1965’e Kalkınmacılık
Ülkemizin planlı kalkınma dönemlerinde Japon kalkınma “modeli” ve sanayileşmesi çokça referans gösterildi, kıyaslandı ve mühendislerce öykünüldü. Baı Gao’nun Ekonomik İdeoloji ve Japon Endüstri Politikası, 1931’den 1965’e Kalkınmacılık (Vakıfbank Kültür Yay.) kitabı, bir iktisatçı akademisyenin Japon kalkınmacılığına farklı tezler içeren derinlikli bakışını sunuyor.
Yazar, “Japon sanayi politikasının analizinde iktisadi fikirleri merkeze alarak, kalkınmacı devleti bağımlı bir değişken olarak alıp, Japon devleti tarafından benimsenen kalkınmacı programların modern siyaset tarafından nasıl şekillendirildiğini ve politika yapımında fikirlerin ve ideolojilerin nasıl bir rol oynadığını inceliyorum” diyor.
“Japon kapitalizminin kurumsal gelişimi açısından çok önemli bir dönem olan 1931-1965 arası …, devletin oluşturduğu ve gücünü yansıttığı paradigmalar” bağlamında üç başlıkta inceleniyor. İlki, 1930’ların başından 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar süren ve “kalkınmacılığın askeri versiyonunu” temsil eden, Alman ve İtalyan türdeşlerine benzeyen, milliyetçi ideolojiye ve antikapitalist özelliklere sahip “güdümlü ekonomi”. İkincisi, 1950’lerin Japon kalkınmacılığının “askeri versiyondan ticari versiyona” geçişini simgeleyen, “ihracatın teşvik edilmesi”. Üçüncüsü, kalkınmacı ideolojinin, kalkınmacı ve iç pazara dönük bir ekonomiden, serbest piyasa rejimine dayanan açık ekonomiye geçişini sağlayan “yüksek büyüme ve liberalleşme” paradigmasıdır.
Her dönemde oluşan kurumsallaşmalarla ilgili olarak yazar, Daniel Okimoto’dan alıntıyla, “Japonya’nın görünürdeki başarısının sırrı, sanayi politikasının içinde geliştiği genel sistemde yatmaktadır” demektedir. Altını çizdiğimiz bir başka nokta ise “… Japon kalkınma politikasında hedefler çatışma konusu olmamış; aktörler, ekonomik büyümeyi sürdürmenin [ve paylaşımın M.A] araçları konusunda çatışmışlardır.”
Kitabın tezleri, özellikle Japonya ile ilgilenen kalkınma iktisatçılarımızca ve ülkemizin kalkınmasını dert edinen çevrelerce tartışılmaya değer.
***
Türkiye’nin Bilimsel Araştırma, Teknoloji Geliştirme ve İnovasyon Serüveni, ODTÜ’de Başlayan Bir Yolculuk
Planlı kalkınma dönemlerinde kayda değer gelişmeler gösteren ülkemizde, 1980’lerde yaşanan neo-liberal savrulmalara karşın, 1990’larda dünyadaki örneklerine benzer biçimde bilim-teknoloji-yenilik (B-T-Y) esaslı kalkınma girişimleri kamunun bürokrat ve teknokrat ve akademisyenler öncülüğünde başlatılmıştı. Doç. Dr. Cemil Arıkan bu kadrolar içinde akademi ve iş dünyası deneyimiyle öne çıkan bir isim oldu her zaman. Türkiye’nin Bilimsel Araştırma, Teknoloji Geliştirme ve İnovasyon Serüveni, ODTÜ’de Başlayan Bir Yolculuk (Altınbaş Üniversitesi Yay.) başlıklı kitabında Dr. Arıkan, öz yaşam öyküsü ile iş yaşam öyküsünü birleştirerek ülkemizin B-T-Y serüvenine belgelik oluşturan bir esere imza attı.
Cemil Arıkan demokrat, liberal ve sorgulayıcı kültüre sahip bir ODTÜ’lü. 1960’ta girdiği ODTÜ’den, Doçent olması sonrası geçtiği ASELSAN ve ROKETSAN’lı yıllarını anlattığı bölümler ülkemizin savunma sanayisinin de geniş bir özetini sunuyor. Akademik ve iş yaşamında hep Ar-Ge, ürün geliştirme ve yenilik yapılarının oluşmasına öncelik vermesi nedeniyle Arıkan’ın yolunun TÜBİTAK’la kesişmesi bir rastlantı olmasa gerek. TÜBİTAK’ta ülkemizde bir ilk olan sanayi Ar-Ge’sinin finansmanı için kurumsal bir yapıyı oluşturdu (benim de Cemil Beyle beş yıla yaklaşan birlikte çalışma şansını yakaladığım). Sonrası Emeritüs Profesör olarak ayrılıncaya kadar Sabancı Üniversitesi’nde geçen 13 yıl. Ve yenilikçilik alanında kurumsal danışmanlıklarla devam eden bir yaşam.
Hemen tamamı B-T-Y konularında kurumlar ve arayüzler oluşturmakla geçen bir yaşamın, ilgili kurumlar, olaylar ve kişiler bağlamında anlatıldığı bu kitap, en azından bu alanda “her şeyin kendi dönemlerinde yapıldığı” çarpıtmasına güçlü bir yanıt.
Son olarak, her zaman iyimser olan Cemil Beyin, “Türkiye ve İnovasyon” konusundaki düşüncelerine ve “Türkiye, maalesef son 20 yılın büyük bir bölümünü özgürlüklerin sınırlandığı, merkeziyetçi ve tek adam yönetiminin yerleştiği, ekonomi alanında girişimci ve yenilikçi anlayışın neredeyse yok olduğu bir dönem olarak yaşamıştır. Acilen bu zaafları anlayan ve düzeltme niyetine sahip bir devlet anlayışına ihtiyaç vardır” uyarısına mutlaka kulak verilmelidir.